15 Mart 2025 Cumartesi

Tırnaklarının Altında Unuttuğun Şey
Bazı şeyler ölmez. Çürür, kokar. Kendini unutturmaz. Etinle kaynaşır, kanına karışır, nabzın gibi atmaya başlar. İltihap gibi akar damarlarında. Ateşin çıkar, mideni bulandırır. Ne zaman ki içini kazıyıp atmaya kalksan, o keskin yanık kokusu havaya karışır. Küle dönmüş ama sönmemiş bir şey gibi, en savunmasız anında kendi kendine tutuşur. Uykularının en karanlık yerinde, bir gölge gibi başucunda belirir. Ve sen uyanıp aynaya baktığında, gözbebeklerinin içinden sana geri bakan şeyden öyle korkarsın ki, ne olduğunu asla söyleyemezsin. Sen kaç kez kendi etine sapladın ki tırnaklarını? Kaç kez kazıyıp kazıyıp altından yine kendin çıktın? Hangi yarayı daha derine itersen kaybolacağını sandın? Söyle bana, hangi acı seni sen olmaktan çıkaracak kadar güçlüydü? Hâlâ bana acıdan bahsediyorsun. Ulan, senin etini kemiğinden ayırmak vardı da… Parmaklarımı her bir lifine dolamak, seni lime lime edip içini açmak vardı da… Ama değmezsin. Hiçbiriniz değmezsiniz. Zaten çözüleceksiniz. Zaman, sizi birer birer söküp atacak. Ama keşke bunu kendi ellerimle yapabilecek kadar sabrım olsaydı. Çırpınışlarınızı izleyerek, en sert yerinizin aslında en çabuk dağılan yanınız olduğunu gösterebilseydim. Kendinizi sandığınız kadar sağlam olmadığınızı, en çok koruduğunuz yerin en çürük noktanız olduğunu, en sert bakışlarınızın gözlerimde ilk kırılan şey olduğunu öğretebilseydim. En hızlı kaçanlarınızın dizleri çözülür. En çok susanınızın içi çığlıklarla doludur. Bir yapabilseydim… Biraz değseydin… Sana gerçek kaybı öğretirdim. Ama işte buradasın. Çürümen gereken yerde, sapasağlam. Damarlarının içinde yıllardır dolaşan o pisliği hâlâ taşıyorsun, sıyırıp atamadın. Çünkü sen kendini kesemezsin, en fazla çizik atarsın. En zayıf yerine neşteri vuramazsın, o yüzden hep yanlış yerlerden kanarsın. Kaç kat deriyi soyarsan soy, altından yine kendin çıkarsın. Ve eğer hâlâ hayattaysan, bu işin bittiğini sanma. İçindeki irin, eninde sonunda dişlerinin arasından, ağzının kenarına sızacak. Ve ben elimde altın bir çanakla, tüm pisliğini sana göstermek için bekliyor olacağım. Gerekirse sonsuza kadar.

31 Ekim 2021 Pazar

Kollama


Yokluyorum bazı gecelerde kendimi. Kaç karanlığa sindiğimi, kaç yalana inandığımı, kaç haksızlığa sustuğumu, kaç kalp kırdığımı hesaplamaya çalışıyorum. Hiçbir zaman hiçbir sonuca ulaşamayacak olma duygusu sarıyor bedenimi sonrasında tamamen. Belirsiz olma duygusu, gri olma hissiyatı… 

Ben en çok yalanı kendime söylerim. “Belirsiz olmak o kadar da kötü bir şey değil…” Diye geçiririm içimden. “Hayat iyi gidiyor.” Gibi palavralar atarım. Bir iki yalana daha inanmış olurum sonra. Sadece kendi söylediğim yalanlara inanıyorum bir süredir. Bunun verdiği özgüvenle, insanlara katlanamamamı, insanlarla muhatap olmuyormuşum gibi lanse ediyorum kendime. Tüm zararım kendime. Karanlığa iten de itilen de bizzat benim. Ne türde yalanlar söylediğimi artık sen de biliyorsun. İnsanı umuda bağlayan cinsten yalanlar… 

Bir haksızlık bana yapılmadığı sürece her zaman karşısında dururum mesela. Dedim ya, zararım kendime. Ne garip. Oysa kaç kalp kırdığımı hesaplayamıyorum, çok kalp kırıyorum. Zararım bir de diğerlerine. Üstelik tüm bu kargaşada çok aşığım birisine. Çok severek her şeyin üstesinden geleceğimi biliyorum. Bu yalan değil. Mavra değil. Çok severek her şeyin üstesinden geliyorum.

Yokluyorum bazı gecelerde kendimi. İyi geliyor, insan olduğumu hatırlıyorum, boğulmayı hissediyorum. İnsan olmak beni hep boğar. Bilirsin. Sabah oluyor, sonra öğlen, akşam mola veriyorum. Yemek yerim çünkü akşamları. Tekrardan saat gece 12’yi geçiyor. Bir bakmışsın yine gece. Bazı gecelerde yokluyorum kendimi. Birkaç gece sonrasına erteliyorum yoklamayı, hep yapmam. Uydurma bir kahve yaparım, biraz şarkı dinlemeye çalışır on sene sonrasını düşünürüm. Ne düşündüğümü de biliyorsun artık. Tanıyorsun beni, hissediyorum. Tanı beni. Kollamadım söyleyeceklerimi. 

   Hiç kollamıyorum. 

Sen de kollama. 

   Yokla. 

Hep,

yokla kendini. 


19 Ocak 2021 Salı

21

Katı kurallardan ve radikal kararlar almaktan nefret ederim. Soğuk sabahlardan da öyle. Sisli geceler bana hep saçma sapan geçen bir sürü günü hatırlatır. Hatta bak, bir tanesini anımsadım bile gecenin üçünde. Ama önemi yok, hatırlamam anlatacağım anlamına gelmiyor. Üzmek istemiyorum kendimi.

Evet, kendimi. Kendim için bir şeyler yapmaya başladım. Kötü şeyleri ortadan kaldırmakla koyuldum işe. Çok uğraşımı aldı, inanamazsın. Beni eskiden beri tanıyan herkes şaşırıyor bu halime. Yeni tanıyanlar da hayret ediyor, anlayabiliyorum. Ama ayıp olmasın diye pek de bir şey çaktırmamaya çalışıyorlar. Onlara da öğretmek istiyorum aslında, birisine ayıp olmasın diye yapmak istediğin şeylerden kaçmanın aptalca olduğunu. Bencilce olduğunu... İnsan kendisine bencillik edemeyeceğini sanıyor. Ne tuhaf. Biraz zamanımı aldı ama, bunu öğrendim. Sağı solu lekeli bir aynanın karşısında, karşımda yüzüm varken öğrendim. İnsan, en büyük bencilliği kendine edermiş.

Bunun gibi bazı gerçekler, göğsümde bir sızı gibi çığlık atıyor. "Sus artık," diyorum. "Biliyorum. Bilmemezlikten gelmek daha kolay." Hem, bence bazen kolaya kaçmak gerekir. Her zorluğun üstesinden gelemem zaten. Gücüm yetmez. Ama gücüm bitmez.

Evet, benim gücüm bitmez. Çok savaştan sağ çıktım. Sendelerim ama düşmem. Her neyse, kötü şeylerden bahsetmek yok. Ne yalan söyleyeyim, mutluyum çünkü. Bahsetmem gereken bir şey varsa, geçen günlerde çok içtim. Uzun zaman sonra sarhoş oldum. Şuurumu kaybetmedim. Şuurumu kaybedecek kadar içmeme izin vermediler ama yine de çok eğlendim. Çok güldüm, çok ağladım. Dertten sandılar, keyiften ağladım. Şükrederek ağladım, hayatımın nimetlerine ağladım, karşımda durup bana balık gibi bakan tatlı surat için ağladım. Zaten galiba en çok son söylediğim için ağladım. Bilmiyorum, o öyle söylüyor. Bana yalan söylemez. Ben de ona söylemem. Birbirimize yalan söyleme gereği duymuyoruz. Çünkü birbirimizi kandırmaya ihtiyacımız yok. Ha, kendisi bazı zamanlarda saçlarım çok kötüyken "Güzel olmuş." Diyor, ama bence bu büyük bir yalan sayılmaz. Ben de ona balığa benzediğini söylemiyorum. Ödeşmiş oluyoruz.

Ağlarken de sızdım kaldım. Sonra sabahın altısında kalkıp telefonun ışığıyla akşamdan kalan çiğ köfteyi arayıp buldum. Sonra çiğ köfte yedik. Ayran olsaydı ayran da içerdik. Çünkü balık surat, ayranı rakıdan daha çok seviyor...

"Neyse ki." Diyebileceğim o kadar çok şey var ki, nereden başlayacağımı bilmediğim için bu kadar duygu karmaşası içerisindeyim. Yaşadığım şeylere, öğrendiğim şeylere, her koşulda beni destekleyecek insanların hayatıma dahil oluşuna, yıllarca bir kene gibi derime yapışıp beni kötü etkileyen insanların hayatımdan çıkışına...

Bir de, ona. Arkamdaki görünmez dağa... Bir keresinde, "Dağ ol ve kendine yaslan." Demiştim kendi kendime. Çok uzun zaman geçmedi bunun üstünden. Yalnızım sanmıştım, kimsesizim. Yeni yeni öğreniyorum, ben ondan kaçıyorum ama kaçsam da ondan kurtulamıyorum. Geçenlerde bana, "Sen benim gömleğimin üst düğmesisin. Vicdanımı koruyorsun." Der gibi baktı. Her şeye rağmen şükrettim. "Neyse ki," dedim, "inkar etsem de orada işte. Koruyup kolluyor."

Bir şey daha hatırladım. Yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı bir günü. Şehre yağan yağmur, saçlarımda mola verip yeryüzüne öyle iniyordu sanki. Kuru bir kalabalık, ıslak bir şehirde ansızın bir araya gelen bulutlara kötü kötü bakışlar atıyordu. Yaşlı adamların ağzından ağza alınmayacak birkaç küfür savruluyordu. Kimi ıslanmamak için telaşlı telaşlı bir sığınak ararken, kimi ıslanmaması için avcuna sakladığı sigarasından birkaç telaşlı nefes çekiyordu... Bense, sadece insanları izleyerek yürüyordum. Güzel bir gündü. O gün, "Kapatın şemsiyelerinizi yahu, yağmur yağıyor!" Diye sitem etmediğim için hala kızıyorum kendime... Aman be, deli sanarlardı zaten. Gerçi, aklı başında olmanın da bir faydasını görmedim bunca zamandır. Arada çok önemli şeyler öğreniyorsun o kadar. Zaten öğrenmek için yaşanmıyor mu koca kozmosda?

"İmkanı olan delirsin." Diye bir söz vardı. İmkanım var benim. Öğrenmeyi seviyorum, bu yüzden delirmiyorum. Bir de delirirsem annem kendine kızabilir. Çünkü hayat felsefesi "Bir şeyi kırk defa söylersen olur." Gibi saçma bir şey. Kendisi delirtti sanar beni. Üzülür, dayanamam. Delirmemek için mantıklı sebeplere sahibim yani. Arada gökyüzüne bakıyorum. Baktığın yerde gökyüzü olsun ki, kafayı yeme. Ben, aynı yerden tam kırk defa yamalandım. Bir günde öğrenmedim öğrendiğim hiçbir şeyi. İlmek ilmek işlendim. Bir kereden sökemem...


Radikal kararlar almaktan nefret ettiğimi söylemiş miydim?

1 Nisan 2020 Çarşamba

Kukla Münaka(rma)şası


 

   Merhaba. Sanırım konuşma vaktimiz geldi. Ne dersin, sence her ikimiz de bu konuşmaya hazır mıyız? Öyleyiz. Evet...
   Sıkışıp kaldığım gece yarılarının toplamı en az birkaç ay ettiği zaman, etrafı daha net görmeye başladım. Geceden kalma, uykulu, yorgun, uykuya aç ve bir o kadar da tok gözlerle izlediğim zaman olanı biteni, çok da bir kaybım olmadığını fark ettim. Fakat ister istemez çok düşünmenin aslında hiçbir işe yaramadığı gibi gündelik ve sıradan bilgiler öğrendim. İnsanların aslında arkadaşlık, dostluk, sevgi veya aşk gibi şeylerle değil de daha çok kuklalarla ilgilendiğini, bu kukla ilgisinin bazen çok fazla ileriye gidebileceğini öğrendim. Seni etten kemikten değil de; burnu, bedeni, her zerresi ağaçtan bir nesneymiş gibi görebileceklerini öğrendim.
   Fakat "giriş-gelişme-sonuç" üçlemindeki birinci basamakta kalakaldım ve ne gelişebildim ne de bir sonuca varabildim. Çünkü isteyerek veyahut istemeyerek kolumu kaldırmaktansa, kolumun kaldırılmasını tercih ettiğimi fark ettim. Bunun bana daha az sorumluluk getirdiğini sandım. Nereye çekilirsem oraya gittim.
   Çoğu zaman konuşmadım. Çoğu zaman kendimden ödün verdim. Hiç sevmediğim yemeklerden yedim, hiç sevmediğim filmleri, dizileri izledim. Hiç haz etmediğim insanlarla aynı masaya oturdum, hiç duymak istemediğim sorunlara çözüm bulmaya çalıştım. Hiç sevmediğim şarkıları dinledim. Bulunduğu kabın şeklini alan, "su ve kap" ilişkisindeki su oldum ve sanırım bunu biraz fazla abarttım. Çünkü artık şekil alan değil, şekil verilebilen bir sıvı oldum.
   İçten içe kendimi yeyip bitirmek hakkım mı bilmiyorum ama, başımı yastığa her koyduğumda susmayan beynim bana bu baş döndürücü oyunu oynamaya hak kazandı.
Bunca sorun varken aynaya baktığımda, gözlerimin bana ne söylediğini her zaman bildim. Onların dilinden her zaman anladım. Evet görmezden geldim fakat ben gözlerimin konuştuğu dili gayet iyi bilirim ve artık onların da bana oyun oynamaya başladığını düşünüyorum. Her klavye başına geçtiğim zaman, beynimin oynadığı oyuna dahil olup daha farklı şeyler görmeme neden oluyor.
Bu evrenin bana verdiği bir mesaj mı bilmiyorum ama her şey benim kendime gelmem için bana bir sinyal gönderiyormuş gibi hissediyorum. Yanılmıyorum.
   Evet hasta olduğumu düşünebilirsin. Evet delirdiğimi söylüyorsun ve evet her iki konuda da haklısın.
Bana böyle bakmayı kes artık. Seni haklı çıkarmaktan nefret ettiğimi biliyorsun. Bu tehditkar bakışların anlamını da biliyorum. Evet, kollarını bana yumruk atmamak için göğsünde birleştirdiğinin farkındayım. Fakat bilirsin, her ne olursa olsun, sana her ne yaşatmış olursam olayım, istediğim zaman gelip sana derdimi anlatacağımı bana sen söylemiştin. Bana bu hakkı sen vermiştin ve cehennem gibi bakan gözlerini kullanarak bu hakkı elimden alamazsın. Bana, sırtım acıdan tir tir titrerken "Dostum, dağ ol ve kendine yaslan." Dediğini hatırla. Kuvvetimin tükendiği anda bana kendi yükümü sırtlayabileceğimi sen öğrettin. Şimdi öylece kaçamazsın. İnkar etme, kaçmak istiyorsun. İnkar etme, birbirimizi sandığının aksine çok iyi tanıyoruz. Senin hakkında çok şey biliyorum. Mesela, omuzlarımı çırpıp, her şey yolundaymış gibi davranmamı sevmediğini biliyorum. Yardım çığlıklarımı duymamak için kulaklarını kapattığını, çünkü eğer duyarsan bana yardım etmek isteyeceğini biliyorum. Herkesten gizlediğin o, herkese acır şekilde bakan bakışlarını biliyorum, her gece halimi düşünmekten kaçtığın için saçma sapan işlerle uğraştığını biliyorum. Sana çok daha fazla şey sayabilirim. En önemlisi ise, benim sana ihtiyacım olduğu kadar senin de bana ihtiyacın var. Biliyorum. Etrafına ördüğün bu duvar camdan ve bu duvarın camdan olduğunu sadece ben görebiliyorum. Çünkü bilirsin, bunu görmemi sen sağlıyorsun.
   Bana doğru bir adım at. Çünkü ben sana doğru on adım attım. Ellerini uzat ve beni buradan çekip kurtar. Çünkü artık senden başka kimsenin yardımını kabul etmemeye karar verdim.
İstediğin kişiye dönüştüm. Evet, geç oldu. Senin istediğin kişi olmam biraz zaman aldı. Birkaç sonbahar atlattık, ağaçlar çıplak kaldı. Birkaç kış atlattık, köpekler hep üşüdü. Bebekler doğdu, ölenler gömüldü, aşklar bitti, yeni dostluklar başladı, bir sürü çocuk yürümeyi öğrendi. Su aktı, yolunu buldu... Senin istediğin kişi olmam biraz zaman aldı. Çok ağır küfürler öğrendim, çok kaba sözler ettim. Hiçbir şey duymamaya başladım çünkü rüzgarın uğultusu kulaklarımı sağır etti. Yerin dibine eğilip, cehenneme bir göz attım. Sonra cehennemin ateşiyle bir dal sigara yaktım. Kulaklarım açıldı. İzmaritten çıkan çıtırtıyı duymaya başladım. Dudaklarımın arasındaki sigarayla göğe yükselmeye çalışıp bir de cenneti görmek istedim, beceremedim. Arafta sıkışıp kaldım. Seni burada bulabileceğimi biliyordum. O yüzden arafı çok da dert etmedim.
   Neye bakıyorsun, bileklerime bağlanmış iplere mi? Şaşırma boşuna. Sana bir kuklaya dönüştüğümü söylemiştim. Sana yalan söylemeyen tek kişi benim. Anlattıklarımda ciddiydim. Bana doğru ikinci adımını da at. Aramızdaki mesafeyi en aza indir ve bileklerime bağlanan ipleri çözüp boynuma geçir.
   Ya öldür beni o iplerle, ya da kesip bir kenara at o ipleri inadınla beraber. Kararını verirken acele etme. Beni öldürmene gücenmem biliyorsun. Ama eğer beni kurtarırsan sana minnettar kalırım.
Yine şah damarın şişmiş. Aklının ve kalbinin kesiştiği nokta. Şah damarın. Tenine kene gibi yapışan o karmaşıklık hissi iliklerime kadar işliyor. Nefes almayı unutuyorsun. Sakinleş. Bana mantığımla hareket etmemi söylerdin. Eğer mantığın beni öldürmeni bağırıp çağırıyorsa, öldür beni. Sonra da ölümümü kaside edip, yaşamının sonuna kadar yasımı tut. Bana kalbimi dinlediğim için hiçbir zaman kızmadın. Eğer kalbin beni azat etmeni fısıldıyorsa aklından korkarcasına, her şeyi bir kenara bırak ve beni bu ilmeklerden kurtar. Düşün. Hemen karar verme. Beni burada çok bekledin. Biliyorum. Ben de seni beklerim. Biliyorsun. Bildiğin ve unuttuğun şeyler arasında bir şey daha var. Bana dağ olup kendime yaslanmamı sen söylemiştin, dostum.
   Artık dağ olmak, seni
korkutuyor mu?

13 Temmuz 2019 Cumartesi


  


Nereden, nasıl başlasam bilemiyorum. Hangi kelimeye can versem artık, hangi cümleyi dikenli göğsümün körpe duvarlarına çarpıp, yaralamaktan kurtarsam seçemiyorum. Seninle nasıl konuşacağımı, sana ne diye hitap edeceğimi bilmiyorum.
Yüzlerce, hayat bulmayı bekleyen yüz binlerce kelime...Anlam veremediğim bir hızla geçen şu zaman kavramı yetmiyormuş gibi, anlam veremediğim ölü yazılar can bulup tekrar ölüyor zihnimde. Zihnim, ölü harflerin külleriyle dolup taşıyor.

Kulaklarımı Schubert okşarken, kalbimi yosma bir sancı tekmeliyor. Sigaramdan birkaç titrek nefes alıyor, izmaritimi Sabırsız Adımlar Zeminine atıyorum.
Buraya bu ismi ben verdim.
Yırtılmış mektup parçaları, sigara izmaritleri, kibrit çöpleri ve otobüslere konmayı bekleyen valizlerle dolu olan bu yere, bu ismi ben verdim.
Burada insanlar bir yerlere gitmek için aceleci ve hüzünlü voltalar atıyor. Görüyor musun? Kimi gidiyor, kiminden gidiliyor, kiminden gitmiş, kimindense gidilmiş... Kimi terk ediyor şehrini, kimi terk edip gelmiş.
Garip bir yer burası. Tıpkı "derin bir iç çeksem, gidecek" dediğin, durduk yere nüks eden o karanlık his gibi. Asla derin bir nefes aldırmayan o his...
İşte tam da bundan bahsediyorum.
Sırtını duvara verip yavaşça yere çökmek istiyorsun ya; ben de istiyorum onu.
Sonra "kanatlanayım" diyorum. Ama uçmaya kalktığım anda bir kedi geçirsin dişlerini beyaz tüylerimin arasında gizlenen pembe ve çıplak tenime. Uçmamı engellesin.
Derimdeki sıcak sıvı; yavaşça kırmızıya boyasın kedinin dişlerini, bıyıklarını ve benim ruhumdan hafif olan tüylerimi. 
"Kahrolası bu yerde, aptal bir kediye yem oluyorum. İşte her şey bu kadardı." Diye düşünürken birisi valizini yere bırakıp, koşarak yaklaşsın bize. Taş atsın kediye. 
Kedi bi' çare...
Dişlerinin arasındaki bedenimi bırakıp kaçsın koşarak. 
Taşı atan ise, iyi bir şey yaptığını düşünüp, gururla beni almadan ayrılsın oradan. Öylece kalayım.
Duvarın kenarında, kanadı kanlar içinde kalayım. Terk etmeye mecalim olmasın sabırsız adımlar zeminini. 
Alışık olduğun görüntüler bunlar, değil mi? Her gün karşılaşabileceğin şeyler... 
Sahi, doğanın kanunu olan bu şeye hiç güvercinin kanlı tüylerini düşünerek bakmış mıydın?
Ben seni bu soruyla baş başa bırakırken, anlam veremediğim bir hızla geçen şu zaman kavramı hızını korur.Günler hızla geçer. O güvercinin ruhu beden değiştirir.
Sen güvercin oluverirsin bu defa.
Üstelik sabırsız adımlar zemininde değil. Uçsuz bucaksız, ıssız sessiz bir sokakta. "Ağzında Güvercin Olan Kedileri Taşlama Ekibi" üyelerinden birisi güya kurtarmıştır(!) seni. Sessiz sedasız çürümeyi bekler bedenin... Günlerce kimse geçmez yanından.
Geçenler acıyarak bakar.
Belki korkanlar olur...
Belki de tebelleş olursun hiç güvercin öldürmemiş bir kedinin masum yüreğine, kim bilir?


17 Kasım 2018 Cumartesi




   Tüm günü yağmurlu geçirmiş bir kentin gecesinde buluşalım.
Ellerin üşüyor olsun. Ayakkabıların ıslak, burnun kızarmış olsun mesela. Tüm günü yağmurlu geçirmiş kentin o gecesinde, yoksul bir lamba aydınlatsın etrafı. Lambanın etrafında duygularını kaybetmiş birilerine benzeyen,sürüsünü kaybetmiş birkaç ateş böceği...
Yağmurun ıslattığı köpekler, durmasını fırsat bilip boş bir bankın kenarına kıvrılsın.
Bilirsin köpekler çok uyur. Yine uyusunlar. Yağmura kırgın, bir o kadar da özlem dolu kalpleri, hızlı hızlı atarken...
Hangi mevsimde oluruz bilmiyorum. Kaç sabahı uyuyarak geçirmiş, biz birbirimizden gittik gideli kaç geceyi sabah etmişimdir bilmiyorum. Bildiğim birkaç şey var:
Biz birbirimizden gittik gideli bir başkasının kahkahasını atıyorum. Bir başkasının gözleriyle bakıyor dünyaya, bir başkasının ayakkabılarıyla dolaşıyorum tüm şehri. O gece, kendim olurum. Yüksek bir rafa kaldırdığım sen defterini alır, cebime sıkıştırırım. Arasına birkaç dal sigara atmayı ihmal etmem. Biliyorum, sen cebinden sigaranı eksik etmezsin. Yeri gelir bitmek üzere olan sigaranla yeni bir sigara yakarsın hatta. Fakat ben o gece, senin için de sigara sıkıştırırım o defterin arasına.
Ne konuşuruz, ne derim seni gördüğümde, ne yaparım bilmiyorum. Sen karşıdan gelirken bakakalırım belki. Bakakalırım çünkü; çünküsünü sen anlayabilir misin bilmiyorum. Çok özlediğin, gözlerini unuttuğun birini görmenin ne demek olduğunu anlar mısın bilmiyorum...
Belki tüm gece sadece susarım. Elimden bir şey gelmez. Bedenimi hareket bile ettiremem belki.
   Belki ben konuşurum, sen dinlersin. Sana uyuyamadığımı söylerim. Şarkısız kaldığımı, yalnızlığı anlatırım. Sana yaralarımı gösteririm. Sana seni ağlarım...  
O gece belki sana yenik düşer, elimdeki her şeyi kaybederim.
Ama ben sana karşı kaybetmekten artık korkmuyorum. Hem bir yerde okumuştum: "Kimse kaybedenleri alkışlamaz." 
Seçtiğimiz yer, filmlerde olduğu gibi bol tesadüflü bir yerdir. Biz bankta otururken, önümüzden tesadüfen sen ve ben geçer. Yan yana geçmezler ama. Önce sen, sonra ben kullanırım o yolu.
Sonra sen bana bakarsın ve gülümsersin. Sonra ben o tebessüme bir sigara yakarım. Ciğerlerimi dumanla doldurur, gözlerimin önüne gelen o acı dolu buğuyu, gökyüzüne bakarak geri yollamaya çalışırım. Aklıma Atilla İlhan'dan bir mısra gelir.
"Gözlerin gözlerime değince, felâketim olurdu ağlardım."
Bu mısradan sonra sana bakamam. Sana bakarsam ağlarım. Ağlarsam, susamam. Hıçkırmaya başlarım, boğazımdaki yanma o hıçkırıklara rağmen gitmez. Gitmedikçe ağlarım.
Yeni kuruyan köpekler tekrar ıslanma endişesiyle kalkıp gider. Sen kalkıp gidersin. Ben yine susamam...
O gece geldiğinde, eğer o banktan kalkıp gidersen gözyaşlarım tükenmiş, yanaklarım ıslanmış, ruhumsa paramparça olur. Kafamdaysa tek bir soru,
"Ağlamasam, kalır mıydın?" olur...
Ama kalırsan mesela, sen de konuşursan...
Beni gördüğünde kollarını açarsan, ya da sadece gülümsersen... 
Bazı şeyleri affedersen, ya da sadece yeni bir sayfa açmaya karar verirsen...
Biz o kentin yağmurlu gecesinde otururken hangi mevsimdeydik bilmiyorum ama, sen tüm bunlardan birisini yaparsan, güneş doğar ve aylardan Nisan olurdu.
Tesadüflerle dolu olan bu yerden, biz tesadüfen yan yana geçerdik.
Sonra belki yine yağmur yağardı. Ama biz üşümezdik.
Senin ayakkabıların kururdu. Ellerin üşümezdi. Gözlerine ufak bir güneş çizgisi çarpar, yeşillerini daha güzel bir hâle getirirdi. Sonra ben gözlerini daha fazla sever, kirpiklerinin güzelliğine hayran hayran bakardım. Kokunu sahiplenen ceketine sarılır, gözlerimi kapatırdım.
Gözlerimi kapatı...yorum.
Hiç olmayacak, o ıslak geceye.

Tırnaklarının Altında Unuttuğun Şey Bazı şeyler ölmez. Çürür, kokar. Kendini unutturmaz. Etinle kaynaşır, kanına karışır, nabzın gibi ...