13 Temmuz 2019 Cumartesi


  


Nereden, nasıl başlasam bilemiyorum. Hangi kelimeye can versem artık, hangi cümleyi dikenli göğsümün körpe duvarlarına çarpıp, yaralamaktan kurtarsam seçemiyorum. Seninle nasıl konuşacağımı, sana ne diye hitap edeceğimi bilmiyorum.
Yüzlerce, hayat bulmayı bekleyen yüz binlerce kelime...Anlam veremediğim bir hızla geçen şu zaman kavramı yetmiyormuş gibi, anlam veremediğim ölü yazılar can bulup tekrar ölüyor zihnimde. Zihnim, ölü harflerin külleriyle dolup taşıyor.

Kulaklarımı Schubert okşarken, kalbimi yosma bir sancı tekmeliyor. Sigaramdan birkaç titrek nefes alıyor, izmaritimi Sabırsız Adımlar Zeminine atıyorum.
Buraya bu ismi ben verdim.
Yırtılmış mektup parçaları, sigara izmaritleri, kibrit çöpleri ve otobüslere konmayı bekleyen valizlerle dolu olan bu yere, bu ismi ben verdim.
Burada insanlar bir yerlere gitmek için aceleci ve hüzünlü voltalar atıyor. Görüyor musun? Kimi gidiyor, kiminden gidiliyor, kiminden gitmiş, kimindense gidilmiş... Kimi terk ediyor şehrini, kimi terk edip gelmiş.
Garip bir yer burası. Tıpkı "derin bir iç çeksem, gidecek" dediğin, durduk yere nüks eden o karanlık his gibi. Asla derin bir nefes aldırmayan o his...
İşte tam da bundan bahsediyorum.
Sırtını duvara verip yavaşça yere çökmek istiyorsun ya; ben de istiyorum onu.
Sonra "kanatlanayım" diyorum. Ama uçmaya kalktığım anda bir kedi geçirsin dişlerini beyaz tüylerimin arasında gizlenen pembe ve çıplak tenime. Uçmamı engellesin.
Derimdeki sıcak sıvı; yavaşça kırmızıya boyasın kedinin dişlerini, bıyıklarını ve benim ruhumdan hafif olan tüylerimi. 
"Kahrolası bu yerde, aptal bir kediye yem oluyorum. İşte her şey bu kadardı." Diye düşünürken birisi valizini yere bırakıp, koşarak yaklaşsın bize. Taş atsın kediye. 
Kedi bi' çare...
Dişlerinin arasındaki bedenimi bırakıp kaçsın koşarak. 
Taşı atan ise, iyi bir şey yaptığını düşünüp, gururla beni almadan ayrılsın oradan. Öylece kalayım.
Duvarın kenarında, kanadı kanlar içinde kalayım. Terk etmeye mecalim olmasın sabırsız adımlar zeminini. 
Alışık olduğun görüntüler bunlar, değil mi? Her gün karşılaşabileceğin şeyler... 
Sahi, doğanın kanunu olan bu şeye hiç güvercinin kanlı tüylerini düşünerek bakmış mıydın?
Ben seni bu soruyla baş başa bırakırken, anlam veremediğim bir hızla geçen şu zaman kavramı hızını korur.Günler hızla geçer. O güvercinin ruhu beden değiştirir.
Sen güvercin oluverirsin bu defa.
Üstelik sabırsız adımlar zemininde değil. Uçsuz bucaksız, ıssız sessiz bir sokakta. "Ağzında Güvercin Olan Kedileri Taşlama Ekibi" üyelerinden birisi güya kurtarmıştır(!) seni. Sessiz sedasız çürümeyi bekler bedenin... Günlerce kimse geçmez yanından.
Geçenler acıyarak bakar.
Belki korkanlar olur...
Belki de tebelleş olursun hiç güvercin öldürmemiş bir kedinin masum yüreğine, kim bilir?


Tırnaklarının Altında Unuttuğun Şey Bazı şeyler ölmez. Çürür, kokar. Kendini unutturmaz. Etinle kaynaşır, kanına karışır, nabzın gibi ...