Yokluyorum bazı gecelerde kendimi. Kaç karanlığa sindiğimi, kaç yalana inandığımı, kaç haksızlığa sustuğumu, kaç kalp kırdığımı hesaplamaya çalışıyorum. Hiçbir zaman hiçbir sonuca ulaşamayacak olma duygusu sarıyor bedenimi sonrasında tamamen. Belirsiz olma duygusu, gri olma hissiyatı…
Ben en çok yalanı kendime söylerim. “Belirsiz olmak o kadar da kötü bir şey değil…” Diye geçiririm içimden. “Hayat iyi gidiyor.” Gibi palavralar atarım. Bir iki yalana daha inanmış olurum sonra. Sadece kendi söylediğim yalanlara inanıyorum bir süredir. Bunun verdiği özgüvenle, insanlara katlanamamamı, insanlarla muhatap olmuyormuşum gibi lanse ediyorum kendime. Tüm zararım kendime. Karanlığa iten de itilen de bizzat benim. Ne türde yalanlar söylediğimi artık sen de biliyorsun. İnsanı umuda bağlayan cinsten yalanlar…
Bir haksızlık bana yapılmadığı sürece her zaman karşısında dururum mesela. Dedim ya, zararım kendime. Ne garip. Oysa kaç kalp kırdığımı hesaplayamıyorum, çok kalp kırıyorum. Zararım bir de diğerlerine. Üstelik tüm bu kargaşada çok aşığım birisine. Çok severek her şeyin üstesinden geleceğimi biliyorum. Bu yalan değil. Mavra değil. Çok severek her şeyin üstesinden geliyorum.
Yokluyorum bazı gecelerde kendimi. İyi geliyor, insan olduğumu hatırlıyorum, boğulmayı hissediyorum. İnsan olmak beni hep boğar. Bilirsin. Sabah oluyor, sonra öğlen, akşam mola veriyorum. Yemek yerim çünkü akşamları. Tekrardan saat gece 12’yi geçiyor. Bir bakmışsın yine gece. Bazı gecelerde yokluyorum kendimi. Birkaç gece sonrasına erteliyorum yoklamayı, hep yapmam. Uydurma bir kahve yaparım, biraz şarkı dinlemeye çalışır on sene sonrasını düşünürüm. Ne düşündüğümü de biliyorsun artık. Tanıyorsun beni, hissediyorum. Tanı beni. Kollamadım söyleyeceklerimi.
Hiç kollamıyorum.
Sen de kollama.
Yokla.
Hep,
yokla kendini.